Türkiye’de Grev Hakkı Ne Zaman Kazanıldı? Tarihsel Süreçten Günümüze Bir Değerlendirme
Grev hakkı, yalnızca işçilerin üretimi durdurma eylemi değil, aynı zamanda emeğin onurunu ve adil ücret talebini temsil eden bir demokratik araçtır. Türkiye’de bu hakkın kazanılması, uzun bir mücadele ve siyasal dönüşüm sürecinin sonucudur. Bu yazıda, Türkiye’de grev hakkının tarihsel gelişimini, anayasal düzenlemelerini ve günümüzdeki tartışmaları ayrıntılı biçimde ele alıyoruz.
Osmanlı Döneminden Cumhuriyet’e: Grevin Yasaklı Yılları
Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayileşme sınırlıydı; bu nedenle işçi sınıfı örgütlülüğü de oldukça zayıftı. 1908 II. Meşrutiyet’le birlikte sendikal faaliyetler canlanmaya başladı, ancak 1909 Tatil-i Eşgal Kanunu çıkarılarak grevler büyük ölçüde yasaklandı. Bu kanun, kamu hizmetlerinde çalışanların grevini tamamen, özel sektörde çalışanlarınkini ise ciddi kısıtlamalarla engelliyordu. Yani grev, erken Cumhuriyet dönemine kadar hukuken yasak bir eylem olarak kaldı.
1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 Anayasası grev hakkına dair herhangi bir düzenleme içermedi. O yıllarda devlet, kalkınmayı planlı ekonomiyle yürütürken, işçi taleplerini “devletin koruması altındaki sosyal uyum” anlayışıyla sınırlamaya çalıştı. Bu dönemde grev, kamu düzenini bozucu bir tehdit olarak görülüyordu.
1961 Anayasası: Grev Hakkının Anayasal Tanınışı
Türkiye’de grev hakkı ilk kez 1961 Anayasası ile tanındı. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından oluşturulan Kurucu Meclis, sosyal hakların genişletilmesi yönünde güçlü bir irade ortaya koydu. 1961 Anayasası’nın 46. maddesi, işçilere toplu iş sözleşmesi yapma ve uyuşmazlık halinde grev hakkı tanıdı. Bu düzenleme, Türkiye’de ilk kez grevi anayasal bir hak olarak güvence altına aldı.
Bu adım, Türkiye’nin uluslararası çalışma normlarıyla uyum sürecini de hızlandırdı. 1961 Anayasası, sendikal örgütlenmenin önünü açarken, 1963 tarihli 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile hakkın kullanım biçimi yasal zemine oturdu. Böylece Türkiye, grev hakkını yalnızca tanımakla kalmadı, uygulama mekanizmalarını da oluşturdu.
1960’lar ve 1970’ler: Grevlerin Yükselişi
1960’ların ortalarından itibaren işçi hareketleri hızla güç kazandı. 1967’de kurulan DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), grevleri emek mücadelesinin temel stratejisi olarak benimsedi. Bu dönem, Türkiye’de grev kültürünün toplumsallaştığı bir evreydi. 1970’lerin ortalarına gelindiğinde, grevler sadece ekonomik değil, siyasal taleplerin de sembolü haline gelmişti.
1980 Darbesi ve Geriye Gidiş
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında grev hakkı yeniden ciddi biçimde sınırlandı. Darbe yönetimi, sendikaları kapattı ve tüm grevleri yasakladı. 1982 Anayasası’nın 54. maddesi, grev hakkını korudu ancak “kamu hizmetinin aksamasına” yol açacak grevleri yasakladı. Ayrıca, “siyasi amaçlı, dayanışma veya genel grev” gibi eylemler açıkça yasadışı sayıldı. Bu, grev hakkının kâğıt üzerinde var olduğu ancak pratikte daraltıldığı bir dönemi başlattı.
1980 Sonrası Liberal Dönem ve Yeni Dengeler
1980’lerin sonlarına doğru, ekonomik liberalizasyon politikaları sendikal gücü zayıflattı. Özel sektör grevleri artarken, kamu sektöründe grev hakkı neredeyse tamamen sınırlandı. Türkiye’nin 1993’te ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmelerini onaylaması, uluslararası normlarla yeniden uyum sürecini başlattı. Ancak uygulamada, yasaklama ve erteleme kararları grev hakkının kullanımını hâlâ kısıtlamaya devam etti.
Günümüzde Grev Hakkı Üzerine Tartışmalar
Bugün Türkiye’de grev hakkı hâlen Anayasa’nın 54. maddesi ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında düzenleniyor. Ancak “milli güvenlik” veya “genel sağlık” gerekçeleriyle Cumhurbaşkanı tarafından grevlerin ertelenebilmesi, akademik çevrelerde “fiili yasak” olarak eleştiriliyor. Eleştirmenler, bu ertelemelerin grev hakkının özünü zedelediğini savunuyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’nin bu alandaki sınırlamalarını sıkça gündeme getiriyor. Enerji Yapı-Yol Sen/Türkiye (2009) kararı, grev ve toplu eylemlerin demokratik toplumun temeli olduğunu vurgulamıştı. Bu tür içtihatlar, Türkiye’nin grev hakkına ilişkin uygulamalarında yeniden denge çağrısının sürmesine yol açıyor.
Sonuç: Mücadelenin Devam Eden Tarihi
Türkiye’de grev hakkı, 1961 Anayasası’yla birlikte kazanılmış olsa da, bu hakkın fiilen kullanılabilirliği her dönemde farklı ölçüde sınırlandı. 1909’dan 2020’lere uzanan bu serüven, grevin yalnızca bir ekonomik araç değil, demokrasiyle emeğin kesişim noktası olduğunu gösteriyor. Bugün grev hakkı hâlâ var, ama aynı zamanda hâlâ tartışmalı. Gerçek anlamda bir hak olabilmesi için, yalnızca anayasada değil, hayatın içinde de korunması gerekiyor.
Kaynakça
- T.C. 1961 Anayasası, md. 46
- T.C. 1982 Anayasası, md. 54
- 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu (1963)
- ILO 87 ve 98 Sayılı Sözleşmeler, Türkiye Onay Süreçleri
- AİHM, Enerji Yapı-Yol Sen v. Turkey, 2009
- Çelik, N., “Türkiye’de Grev Hakkının Gelişimi”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2017.